Cloud

Abone Ol

Yeni içerikler eklendiğinde anında e-posta adresinize bildirim almak isterseniz abone olabilirsiniz.

Nasıl Delirdim?

Tarih: 10.12.2019 19:52 Okuma Süresi: 6 dk. 38 sn. Yazar: Cloud

Geçmiş yıllara ait bir hande yener şarkısı ve şarkıyla aynı ismi taşıyan albümüdür, aynı zamanda hayatının mozaik desenli sahnelerinin her birine ayrı ayrı değil de, bir bütün olarak bakan kişinin farkına varacağı şeylerin ilkinden biri olabilir.

Hayatımızın sahnelerini oluşturan bu olayları çok yakından incelersek bütünün güzelliğini görmekten aciz kalırız. Tek başına hiçbir olay bize bütün hakkında sağlıklı değerlendirmelerde bulunmamıza imkan sağlamaz.

“Önce yavaş yavaş… (derin nefes al)

Sonra birdenbire. (nefes ver)”

Mesela, 3 hafta önce arkadaşlarımla geçirdiğim erime oturumunu ele alalım. Erime olarak adlandırdığımız oturumlar bütünü, genellikle okulun günbatımı manzarası en güzel yerlerini arkaplanında içeren (mimarlık, orman, mak.müh), şunun içerisinden david gilmour abimizin efsane sololarından birinin duyulduğu, bizimse batmakta olan güneşe ve david abimize hürmeten esas duruşta bulunduğumuz ve hayatımızda 2-3 yıldır yer alan (birbirimizi yalnızca bu kadar süredir tanıdığımız için de olabilir.) soruları ‘yine’ birbirimize sorduğumuz, cevabı buldum eureka! diyip de aslında hiçbir cevap bulamayışımızın ritüel haline gelmiş etkinliklerini içermektedir. Bazen bi ♫ yine...çiğdem mahalle ♫ olarak duyulur bu ritüelin içinde barındırdığı isyanın sesi, bazen de ♫ ticking away, the moments that make up a dull day♫ sözleri içinde.

Erimeler, özü itibariyle bireyin sonu gelmek bilmeyen arzuları listesinin karşısında onun çaresizliğini işler. Kişi, erime oturumunda sürekli olarak ileri gitmeyi hedeflemektedir; fakat geçmişte yaşanmış ve kişinin kendisine benzersiz bir şekilde güzel hissiyatlar yaşatmış olaylar-kişiler-nesneler onun bu ileri gitme isteğinde ayağına bağlanmış çapaları oluşturmaktadır. Bu oturumlarda kişinin asla anda olmadığının, zihninin ya geçmişin dertleriyle ya da geleceğin yarattığı stresle uğraştığını söyleyebiliriz.

Kapitalist dünya düzeni, arzularımıza cüzi miktar para karşılığında efendi olabileceğimizi önerir, tıpkı bavuluyla gezinen bir satıcı gibi. Bu bavulun içerisinde kişiye acılarını unutturacak neler yoktur ki… Araba anahtarları, eskort kartları, elmas kaplı saatler, içkiler, uyku hapları ve sosyal medya fenomeni olma yolunda izleyebileceğimiz eğitim videoları setinin cdleri. Bu haliyle kapitalizm, “pst, pst.” diye seslenen bir ara sokak satıcısından sahiden de farksızdır. Üniversite öğrencisi bunlara sadece bakmakla yetinir. Kendini insanlara ve şeylere bağlamayı sürdürdüğün sürece mutsuz olman kaçınılmazdır salvoları içeren mistik öğretiler işe yaramaz. Çünkü arzunun kendisi yaşamın hakimi olan tek şeydir. Her şeyi arzularımızı tatmin etmek için gerçekleştiririz. Sevmek ve sevilmek, cinsel dürtüler, yemek yeme ihtiyacı bu listenin en çok çarpıya sahip olan yaramazlarından yalnızca birkaçıdır. Bütün dünyayı hareket ettiren, yol üzerinde gördüğümüz araçların hareket etmesinin, tıklımtıkış dikimevi metrosunu dolduran insanların metrodan indikten sonra vahşice, ceylan avındaki kaplan gibi aktarma otobüslerine koşturmasının bile sebebi arzularımızdır. Tüm bu devinim içerisinde yarın mesela durmayı, hareket etmemeyi deneyin. Metro hattı aktarması sırasında gerisin geri dönmeye çalışın. Hem eylemin fiziksel olarak zorluğu, hem de bizle o an tersi yönde yürüyecek olan insanların bizi fark eder etmez rahatsız bir ifadeye bürünmüş suratları eminim ki arzunun hükumdarlığına baş kaldırmanın ne demek olduğunu bize hissettirecektir.

3 hafta önce geçirmiş olduğum erime oturumunu tek başına değerlendirecek olsam, bana yaşattığı acıdan ve sonraki 2 haftayı hasta olarak geçirişimden başka bir şey hatırlayamam. O gün rakun’a uğradım. Kapıdan içeri girdim, barmenin önünde bulunan ve oturulduğu zaman oturan kişinin komik bir şekilde ayaklarının boşlukta sallandığı o aptal taburelerden birine oturdum. Kendime 3 jager shot istedim, benden masamı sordu. Iki elimin işaret parmaklarıyla oturduğum tabureyi göstererek: “burası?” dedim, ve saniyesinde parayı çıkarttım. Önüme getirilen shotları birbiri ardına beş saniye içerisinde gömüp orayı terk etmem görülmeye değerdi. Fakat, 100.yıl çarşı’dan çıktığım zaman, bu sefer de can sıkıntım bütün vücudumu kapladı. Beni önümdeki belki de 1 saat boyunca oyalayabilecek başka bir hedef buldum kendime: 100.yıl’dan eve kadar yürümek. Çok geçmeden bu fikrimden vazgeçip arkadaşıma gittim.

Üçümüz de birbirimizi böylesi ani gelişen buluşmalardan ötürü gülerek karşılarız.

 

-sikiyim, yine aynı yere döndük.

 (gülüşmeler)

Bu erime oturumları, örnekte de olduğu gibi, tek başlarına incelendiğinde acıdan başka bir nota vermiyor. Fakat, içinde bulunduğumuz bu son sene içerisinde tüm oturumlara büyük çerçeveden bakabilmeyi ve bu oturumlardaki yaratıcı gücü görebilmeye ve bunu pozitif bir değere döndürmeyi başarabildik.

Ya da başaramadık…

Oturumlara bir bütün olarak baktığımda, hep ileriyi hedeflerken sadece geriye gittim. Lise arkadaşlıklarını özledim; fakat artık böyle arkadaşlıkların benzerinin kurulması bu yaştan sonra mümkün değil. Kendi kendime kalabildiğim o güzel günleri özledim. Fakat topluma siktiri çekip de gittiğim bu yolda elimde olmadan yürümeye devam etmek zorunda olduğumu ve bu yoldan da asla geri dönüşün olmayacağını biliyorum. 6 ay önce aldığım bir notta kendime “artık kendi yolundan giden birisi olmak istiyorum.” demişim. Artık kendime de gitmek istemiyorum. Kim ıssız dağların arasında, bin yıldır oturmakta olduğu aynı halının üzerinde bir bin yıl daha geçirmek ister ki? Zerdüşt dağlardan indiğinde kendinden taşan bilgisini onlara anlatmak istiyordu. Ben ise beni dinleyecek kimsenin olmadığına inanıyorum. Çünkü bu kulaklara uygun bir ağız değilim. Duyacak kulağa bakmadan koyvermek mi hissimi, kimliğimi, benliğimi? Yoksa görmemeyi, duymamayı, hissetmemeyi öğretmek mi bu bedene?

Bu seçimlerin arasında, ben delirdim.


Bu içerik "1053" kez görüntülendi.

Tags: #

Nasıl Delirdim?
İçerik Yorumları (0)

Bu yazı için henüz yorum yok.