Yılmaz Güney - Boynu Bükük Öldüler Tarih: 23.02.2021 15:40 Okuma Süresi: 38 dk. 20 sn. Yazar: Cloud Kimi yerlerinde aklımda yaratmış olduğum imgeleri besleyebilmek adına solcu şarkıları eşliğinde okuduğum, okurken karakterlerle birlikte çokça tütün tükettiğim, Adana’nın Yüreğir ilçesinde, özgürlüklerinin büyük bir kısmını daha küçük özgürlüklere sahip olabilmek adına kiraya veren ve özgürlük namına ellerinden, bir feodal hiyerarşinin içerisinde ağanın hayvanlarından bile aşağı bir basamakta yaşam mücadelesi vermek dışında hiçbir şey gelmediği için kölelik etmek zorunda kalan güneş tenli marabaların 7’den 70’e boynu bükük hikayelerinin anlatıldığı bu esere dair yorumlarımı, bu soğuk Bursa kışında, ufaktan askere gitme heyecanını da içimde taşıyarak sizlerle paylaşacağım bu yazıya hoşgelmişseniz ağalar. Yeterli miktar şırdanınızı güzelce limonladıysanız ve yan sekmenizde Çukur 2. Sezon 32. Bölüm tek part Film İzle HD | Full HD 2020 Filmler izle benzeri keywordler kullanan kaçak film izleme siteniz de açıksa artık bu yazıyı okumaya hazırsınız demektir. Bu içerikte neler bulacaksınız? Kitapla rastlaşma hikayem Kitabın geniş özeti Kitapta önemli bulduğum bazı yerlerin incelemesi Kitabın günümüzdeki yeri ve gelecekte bir senaristin elinden geçme ihtimali Son düşüncelerim ve genel değerlendirme Bulut YouTube’da Türkçe Trap Müzik Avında Benim iznim olmadan kulağıma çalınma hakkını kendinde bulmuş melodileri nedense içinde en sevdiklerimden oluşan yüzlerce şarkı bulunan playlistlerime tercih eden birisi olarak, Youtube üzerinde beat avına çıktığım ve aradığım kaliteyi bulamadığım günlerden birindeydim. Sizde de böyle oluyor mu bilmiyorum. Bazen dinlemekten zevk aldığım şarkıları aslında hiç dinlememiş olmayı dilerim. Bunu yapmak istememdeki amaç, o zevk aldığım şarkının beynimin kıvrımlarında henüz yer edinmemiş rafine halini tekrar tatmak istememden kaynaklanıyor. Telefonlarımın kulaklık girişlerinin bozulmalarını bu yüzden çok büyük dert edinmem. Tekrar tekrar dinlenilmekten artık posası çıkmış şarkıların uzun zaman sonra tekrar dinlenildiklerinde yarattıkları o muhteşem his, bana bir orgazm fikrinden bile çekici gelebilir bazen. Her neyse, yeni hazlar keşfetme amacıyla ve aynı zamanda amaçsızlığıyla gezindiğim bir sırada karşıma çıktı, Cehennem Beat isimli prodüktöre ait şu parça: https://www.youtube.com/watch?v=qTPabxkZ9bM Daha önce en fazla bir bölüm 01 Adana izlemiş ve hiç Çukur izlememiş, ancak az çok Adana jargonuna hakim ve Cio Baba karakteri hakkında bilgi sahibi olan biri olarak, beatte kullanılan sample ister istemez ilgimi çekmişti. Şöyle diyor dizi karakterimiz: “Hep aynı kitabı okurum ben. Boynu Bükük Öldüler. Ayık mısın? Herkesin özlediği, düşlerini kurduğu bir şehir vardır. Ben Adana’yı severim. İşte orada, Adana’da, sevdiğim insanlar yaşar.” Adana’da sevdiği insanlar yaşayan biri olarak bu sözler saniyesinde zihin çanımı çaldı (bu tabiri ilgimi çeken şeylerden bahsederken kullanmak istiyorum.). Ayrıca, ülkemiz dizilerinde ve filmlerinde entelektüel karakterlere yeterince maruz kalamadığımız kanaatindeyim. Hele ki, söz konusu dizi insanların beş dakika boyunca birbirlerini tik tokvari bir müzik eşliğinde taradığı, ölüm gibi bir şeyin olup kimsenin ölmediği bir dizi ise. Bir blog üzerinde bahsedilmeye değer bir konu olarak Çukur hayranlığından bahsedecek olsaydık, diziyi benim gibi hiç izlememiş insanların bile bu konu hakkında birkaç satır yazı yazmaya hevesi olurdu. Benim hobim bu diye değil. Ülke camiasınca bilinen, halihazırda belki de bir janranın bile prototipi, arche’si sayılabilecek bir yapım, ve bu yapımın içerisinde bir karakter aynı kitabı tekrar tekrar okuduğundan bahsediyor. İlginç! Dizilerde kitap okuduğundan bahseden insanlar kaldı mı hala? Bunun örneğini en son, Haluk’un içi boş aktivitelerinden gına geçiren ve dünya kupası maçlarını izlemesini yasaklayan Meltem’li Çocuklar Duymasın dizisinde görmüştüm çünkü: https://youtu.be/7vMSX7cLAOc?t=185 Belki de ben dizi seyretmediğim için çağ dışı kalmışımdır, ne dersiniz? Sample’daki sözleri duymamla birlikte kitap hakkında bilgi edinmeye başladım. Yılmaz Güney tarafından yazılmış… Yılmaz Güney’i bu zamana kadar senaristliği ve oyunculuğu ile bilirdim, fakat yazarlık deneyimlerine dair en ufak bir haberim olmamıştı. Aslında kitabın kendisi de yazarın diğer kitaplarına göz atmam gerektiği konusunda bir önfikir edinmemi sağlamış oldu. Kitabın genel bir değerlendirmesini sizlerle yazının sonlarına doğru paylaşacağım. Bu yüzden şimdi içerik hakkında bahsetmekten kaçınıyorum. İnternet üzerinde kitaba dair yaptığım araştırmalarda, aslında Yılmaz Güney’in kendisine dair de çok bir fikir sahibi olmadığımı fark ettim. Sonuçta sayılı filmini izlemiş, ve sınırlı yorum edinebilmiştim. Politik doğruculuğun zirvelerini yaşadığımız bugünlerde kendisi hakkında Ekşi sözlük yazarları tarafından yapılan yorumlar Yılmaz Güney hayranlarını üzecek boyutta. Eşiyle olan ilişkisinden ötürü kadın düşmanı ilan edilmiş olduğunu, savcı öldüren bir katil olduğunu, lümpen bir keko olduğunu ya da yalnızca genç ve saf bir solcu iken okunur & izlenir olduğuna dair çeşitli yorumları kolaylıkla bulabilirsiniz. Ad hominem safsatacılığı ülkemin kanına işlemiş adeta. Bir sanatçı sanatıyla değerlendirilmelidir. Bunun haricinde konuşulacak her şey politikadır. Dinlediğiniz tüm şarkıcılar için “Acaba eşini dövmüş mü, aldatmış mı? Oğlu ya da kızı ekonomik sıkıntılar içerisinde mücadele ediyorken grup sekslere katılmış mı? Sokaktaki köpeklere mama vermiş mi? Politik skalada siyasi görüşü hangi bölgede yer alıyor? Reisin onayladığı yerli ve milli sanatçılar listesinden mi? ” şeklinde sorular sormuyorsanız, Yılmaz Güney hakkında da yazdığınız sıfatlar etik geçerlilik taşımıyor arkadaşlar. Çünkü bu tür soruları tanıdığınız tüm sanatçılara birer birer soracak olsanız, kendinize hayran olunacak sanatçı bırakamazsınız. Allah olmayı bırakın amınyum. Velhasıl kelam, kitabın bir e-sahaftan (gayet güzel bir paketleme ve sorunsuz teslimat için teşekkürler.) (https://www.nadirkitap.com/sahaf-detay.php?uyeid=324859) 1976 yılı 2. baskısına, güncel baskısından 15 lira daha fazla vererek ulaştım. Hem görsel olarak kapak tasarımı beni daha çok tatmin etti, hem de koleksiyon olarak bulundurmayı düşündüğüm bir kitap olduğu için bu paraya kıydım. Büyüyüp ilk varoluşsal krizlerini yaşamaya başladıklarında torunlarımın dert yakındıkları ilk konu ekonomi olmasın diye yapıyorum bunu ehehe. Dedeniz anı yaşadı çocuklar, üzgünüm. Belki bu yazıdan sonra kitabın fiyatı artar. Kitabın ilk sayfasını çevirir çevirmez ithaf bölümünde sizi Çukur’da geçen monologda yer alan sözler karşılıyor. Kitap, Yılmaz Güney tarafından, bir kolonyacı dostu olan Şükrü Tekbaş’a atfedilmiş. Önsöz kısmında da aslında neden spesifik olarak kitabını bu kişiye adadığı konusunda bizleri dolaylı yoldan aydınlatıyor. 17 yaşında, kolonyacı dükkanında, dükkana gelen bir komünist genç tarafından işittiği işçi, köylü gibi kelimeler ve aynı gencin okuduğu Nazım Hikmet şiirlerinden etkilenen küçük Yılmaz’ın düşünsel sürecindeki ilk kıvılcım Şükrü Tekbaş’ın dükkanında ortaya çıkmıştır. Önsöz boyunca kitabın yazılma hikayesinden, Yüreğir’in Yenice köyünde tanıklık ettiği kendi gerçekliğinden bahseden Güney, ilerleyen satırlarda kitabında ticari kaygılar güden ve bu sebepten ötürü kitabı ortadan ikiye bölüp ayrı ayrı satmaya çalışan yayınevi sahiplerini eseri anlamsızlaştırdıkları ve karmaşıklaştırdıkları için madilemiştir. Önsözün sonuna doğru Yılmaz Güney, bu tür ahlaksızlıkların, kökenini kapitalist sistemin kendisinden aldığını, ve bir gün kaçınılmaz olarak kapitalist sistemin çökeceğini söylüyor. Kendisi kadar umutlu olmamakla birlikte, rekabetin insanın doğasında olduğuna inanmaya başlamış biri olarak, hayırlısı be diyor ve kitaba başlıyorum. xxxxx DİKKAT! BU BÖLGEDEN SONRASI KİTABA DAİR AĞIR SPOİLER İÇERMEKTEDİR. YALNIZCA OQU MAMBEYA PASAPORTU OLANLAR DEVAM EDEBİLİR. xxxxxx Boynu Bükük Yeniceliler “Yüreğir’in insanı insandı, kardeşti. Nasırlı ellerinde çiçekler açardı. Kaba görünürlerdi, pis görünürlerdi, vahşi davranırlardı; bütün bunların yanında, kendilerine özgü bir dostlukları vardı. Toprak nasıl kokar, öyle kokardı dostlukları.” S.134 20’lerinin ortasında askerlik görevini gerçekleştirmek için çalıştığı ağanın topraklarından uzunca bir süre önce ayrılan (3 yıl askerlik yapılan çılgın dönemler) Halil isimli ana karakterimizin, bir diğer köylü dostu arabacı Derviş ile Yenice köyüne yaptıkları dönüş yolculuğu ile kitabımız başlıyor. Gecenin bir vakti ay ışığında tıngır mıngır ilerleyen öküz arabasının çıkarttığı sesler ile Halil kendini kaçınılmaz olarak büyük bir nostaljinin ortasında bulur. Nostaljisine sığdırdığı düşünceler, askere gitmek için ayrıldığı Yenice köyü toprakları özlemiyle başlayıp, bir zamanlar buralara geliş hikayesine kadar uzanmaktadır. Halil’i Urfa Siverek’ten Adana Yüreğir’e getiren şey, babasının canına mal olmuş bir husumettir. Yenice’ye yerleşmelerinden kısa bir süre sonra annesini de kaybeden Halil bir don, bir gömlek ve trahomlu iki gözle bu dünyada yapayalnız kalmıştır. Arabanın üzerindeki haline kadarki tüm hayatı bir film şeridi gibi akan Halil, mezarlığın yanından geçtikleri sırada bir anda gerçekliğe döner. Mezarın olduğu alan sürülmüş ve tarlaya dönmüştür. Halil bir umut arabayı durdurtup annesinin mezarına ulaşmaya çalışır fakat bulamaz. Halil geçmişinden somut olarak çekilip çıkarılmıştır. Köye vardıklarında koşa koşa Kadir Ağayı selamlamaya gider Halil (tam bir görev adamıdır). Bir anda öpücük yağmuruna tutulmuş Kadir Ağa bu durumdan rahatsız olup “Bi’ çekil ula.” moduna girer. Halil, sonrasında Muhittin ile karşılaşır. Birlikte köyde nelerin değiştiği üzerine kısa bir konuşma yaparlar. Kimi ağaçlar kesilmiş, kimi hayvanlar ölmüştür. Bıraktığı zamandaki şeylerin köyü terk edişine karşı buruk bir özlem duyan Halil etrafta gezinir. Bir kedi başı okşarken burnuna egzotik kokular gelen Halil, bir diğer dostu Ali Osman ile karşılaşır ve kucaklaşarak hasret giderirler. Birlikte cigara içerler. Ali Osman, Halil’e sevdiği köpek olan Karabaş’ın öldüğü haberini verir. Önce kesilen ağaca, sonra giden kuşlara ve şimdi de Karabaş’ın ölümüne üzülen Halil, olumsuz bir ruh haline bürünür. Ali Osman’ın teklifiyle bağa diğer dostlarını görmeye giderler. Best friend listesinden Kamber ve Süleyman oradadır. Ağanın eskisi gibi olmadığından yakınmaktadırlar. Bu yakınmalardan sonra Ali Osman, Derviş, Kamber ve Süleyman garip bir sessizliğe bürünürler. Askerden yeni geldiği için off gününde sayılan Halil, dostlarını bağdan içeri uğurlar ve işinin başında olan insanları seyrederek düşüncelere dalar. Tekrar akşam olduğunda Halil, dostu Kamber’in misafiridir. Yakın arkadaşının askerden dönmesi şerefine ziyafet hazırlamak isteyen Kamber, oğlunun horozunu kesip bu ziyafete katmayı planlar. Ancak işler istediği gibi gitmez, çünkü oğlu bu duruma çok üzülmüştür ve yemeğe katılmak istememektedir. “Çocuğun bi’ horozu vardı onu da kestin pü Allah belanı vermesin senin herif.” diye yakınan Rebiş (Kamber’in eşi) durmaksızın Kamber’i iğnelemektedir. Bir yandan da Remzi (ailenin tek çocuğu) hüngür hüngür ağlamaktadır. Ev bir anda eşlerin ringine dönüşür. Kamber yemek tepsisini fırlatır atar. Kamber dışarı çıkmış, Rebiş ise evde ağlamaktadır. Bir anda kendini bir aile dramının içinde bulan Halil de kendine geldiğinde evden ayrılır ve çiftliğe döner. Çiftlikte Derviş ile karşılaşır. Derviş, Süleyman’ın tükenmişlik sendromuna yakalanmasından dolayı üzüntüsünü dile getirir. O sırada Süleyman aşevinde sarhoş bir şekilde türkü söylemektedir. Halil, dostu Kamber’in evinde doğru düzgün yemek yiyemediği için aşevine gider. İçeride Süleyman ve Muhittin’in rakı masasına katılmak zorunda bulur kendini. Birlikte oturup sohbet ederler. Süleyman kendi hayallerinden bahsedip durur. Süleyman’ın kafası güzel şekilde bağıra çağıra söylediği türküler Kadir Ağa’nın büyük oğlu Durmuş’un kulağına gider. Durmuş aşevine gelir ve Süleyman’a kafa şişirdiği için iki sağlam tokat atar. Süleyman’ın ağlamaya başlar, aynı zamanda yüzü kanamaktadır. Durmuş Ağa homurdanarak aşevinden çıkar. Süleyman da şişesini kafaya dikip oradan ayrılır. Süleyman’ın Durmuş Ağa’dan yediği tokatların bir anlamı vardır. Bir ağaya hizmet etmek zorunda kalan insanların, güzel gelecek hayallerinden başka tutunacakları bir dal yoktur; fakat o huzurlu günlerin hayali bir ağa tarafından sürgüne uğratılır. Yenice’nin kaybedenler kulübü üyeleri Derviş, Halil, Süleyman, Ali Osman ve Hıdır çiftliğin ahırında uyurlar. Bu marabalar, ahırda uyuyan hayvanların sidiklerini onlar tam işerken bir kaba doldurup dışarı atmakla yükümlüdürler. Halil’in gelişinden en son haberi olacak kişi olan Hıdır da nihayet Halil ile ahırda karşılaşır. Halil, Hıdır’a saygıyla karışık bir samimiyet hissetmiştir. Birlikte oturup yatmadan önce son cigaralarını içerler. Sonrasında Halil ranzasına inip uykuya dalar. Halil ağlama seslerine uyanır. Ağlayan Süleyman’dan başkası değildir. “Beygirler gibi yaşadım beygirler gibi öleceğim.” diyerek Ali Osman’a dert yakınmaktadır. Bu anlarda Süleyman, Deep Turkish Web’in ünlü videosu Selahattin Özdemir’deki gibi kendini paralamaktadır. Ranzasından Süleyman’ı izleyen Hıdır daha fazla dayanamaz ve Süleyman’ı kapıya itip kovmak ister. Kendi kamasını Süleyman’a uzatan Hıdır “Al ulan madem ölmek istiyorsun, öldür kendini.” diyerek Süleyman’ı intihara zorlar. Olduğu yerde donakalan Süleyman’a iki tekme savurur. Arkadaşları Hıdır’ı Süleyman’dan uzaklaştırır. Ahır tayfasından aslında kimsenin durumu iyi değildir. Herkesin hayatına bir yokluk hakimdir. Ertesi gün Halil ve Hıdır çiftliğin buğday çuvallarını arabaya yükler ve değirmene doğru yola çıkarlar. Değirmen tarafında (zannımca) aynı zamanda Hıdır’ın crush’ı yaşamaktadır. Köyden çıktıkları sırada bekçi Musa’yı uyurken görürler. Araba tıkırtısına uyanan Musa onları selamlar ve yollarına devam ederler. Hikaye, Halil ve Hıdır’ın köyden çıkmasıyla birlikte köyün bir başka tarafından anlatılmaya devam eder. Uzun Mahmut, oğlu Veli’ye komşu köy Malaçça’nın hazin hikayesini anlatmaktadır. O sırada da bekçi Musa da evine doğru ilerlemektedir. Uzun Mahmut’un kızı Emine’yi gören Musa “Kız seni hala kaçırmadılar mı?” diyerek laf atar. O sırada da Mahmut, Musa’nın uykuculuğundan dem vurarak karşı saldırıda bulunur. Mahmut , Musa, Emine ve Veli köyün gençlerinin evlilik derdi üzerine laflarlar. Söz dönüp dolaşıp yine Emine’nin taliplisi olacak kişiye gelir. Konuşmanın bir yerinde Halil adı geçmektedir ve köye döndüğünden bahsedilir. Emine o anlardan itibaren 3 yıldır kendisine görünmemiş Halil’in hayalini kurmaya başlar. Hıdır ve Halil değirmenden dönmektedirler. Onları ilk karşılayanlar Süleyman ve Derviş olacaktır. Beklemekte olan ikili, Hıdır’ın manitasıyla gerçekleştirdiği konuşmanın içeriği hakkında merak içindedirler. Süleyman, iyi haber gelmediğini sezmiştir. Direkt olarak Hıdır’a sormaya çekinen Süleyman Halil’e durumu sorar, ancak Halil de konu hakkında bilgisizdir. Halil, Derviş, Muhittin ve Süleyman aşevine geçer; Hıdır ise ahırın önünde sigara içmektedir. Halil, Hıdır’ın yemeğe gelmemesinden rahatsız olup yanına gider. Hıdır içindeki sıkıntıyı Halil ile paylaşır. Yavuklusu, Hıdır’dan kendisini eğer erkekse gelip kaçırmasını, yok eğer yapmayacaksa bu işi kendisinin yapacağını söylemiştir. Halil bunu duyar duymaz Hıdır’a bu konuda her türlü yardımı yapabileceğini söyler; ancak Hıdır bu konuda ümitsizdir, çünkü sevdiğini kaçırsa bile birlikte yaşayabilecekleri bir yer yoktur. “Hallederiz b’olum. Bizimkilerden de yardım isteriz.” diyen Halil konuyu diğer dostlarına da açmak için Hıdır’ın yanından ayrılır. Aşevinde yemeklerini yiyip çay içmeye geçen tayfaya Kamber’in de katılmış olduğunu gören Halil, Hıdır’ın durumunu onlarla paylaşır ve yardım ister. Ancak kaybedenler kulübünün üyelerinin durumu zaten birbirlerinden farksızdır; Kamber hariç. Halil tam Kamber’i bir aylığına da olsa Hıdır ve sevgilisini idare etmek için evinde ağırlamayı kabul ettirirken Hıdır gelir ve yavuklusunu kaçırma fikrinden vazgeçtiğini söyler. Planlar suya düşmüştür. Hava karardıkça ahali ahıra geçer. Hıdır’ın Halil’e Yenice’de daha fazla kendini harcatmaması hakkında öğütler verdiği bir sırada bekçi Mahmut ahıra doğru gelir. İkili Mahmut ile eğlenmeye başlar. Mahmut gittikten sonra Hıdır’ın yavuklusu Aliye’yi kaçırma planları üzerine biraz daha konuşurlar ve yataklarına geçerler. Onlar uyuduktan sonra Ali Osman da Kamber’in yanından ayrılıp ahıra gelir. Süleyman’ı uykusunda dürtükleyip sorumlu olduğu beygirin işemek üzere olduğunu gösterir. Tüm bunlar olurken, Emine de yatağında Halil aşkıyla tutuşmaya başlamıştır. Kitabın ilk bölümü, Kamber’in oğlu Remzi’nin bir okul günü ile son bulur. 2. Bölüm Köy bir düğün yerine dönmüştür. Çakal Omar, ya da ağasının isminde yaptığı küçük değişiklikle Aslan Omar’ın düğünü için hazırlıklar yapılmaktadır. Köyün gençleri arasında kamış atma yarışması yapılır ve yarışmayı Halil kazanır. Kamış atma yarışından sonra horoz döğüşü turnuvaları başlar. Durmuş Ağa’nın tutmaları Ali Osman, Halil, Muhittin, Hıdır ve Süleyman izleyiciler arasındadır; Derviş ise ahırda hayvanlara bakmakla görevli olduğu için gelememiştir. Durmuş Ağa’nın horozu Beyaz, horoz döğüşünün Conor McGregor’u gibidir. Amcasının oğlu Durdu’nun horozuyla yaptıkları maçı Beyaz alır. Maçtan sonra davulcu ortaya çıkar ve bu sefer güreş müsabakaları başlar. Ancak köyün zorbası Koca Abdullah sırası gelmeden tüm cüssesiyle ortaya çıkar ve köylüye meydan okur. Sağa sola atar gider yapan Abdullah, kaybedenler kulübü üyelerinin sinirlerini tepelerine çıkarmıştır. Abdullah bu sırada köyün sıska kavalcısını alır, evirip çevirip top gibi oynamaya başlar. Köylünün elinden ise bir şey gelmez. Hıdır’ın eli emanetine yakın bir yerde konumlanmış, Abdullah’a kamayı saplamaya hazırdır. Kavalcıyı bırakan Abdullah bu sefer davulcuya dadanır. Köyün önünde davulcuyu rezil ettiği sırada Halil tüm olan bitene dayanamaz ve Abdullah’a meydan okumaya karar verir. Abdullah, Halil’in bir ağa tutması olmasını kendine koz bilerek onunla taşşak geçer. Ancak köylü, Halil’i desteklemektedir. Halil kavgaya güzel bir başlangıç yapar ve birkaç kez Abdullah’ı yere devirir; ancak henüz kavgaları sonuçlanmamışken Abdullah, davulcunun karısı tarafından bıçaklanır. Halil’in Abdullah’a meydan okumasının bir anlamı vardır. Onun nasırlı yumruğu, insanca yaşamak umudunu yıllardır ellerinden alan bu düzenin üzerinde balyoz gibi patlayan bir direnişin yumruğudur. Abdullah kaba yerinden yaralanmıştır. Fakat bu bile o koca adamın bir çocuk gibi zırlamasına yetmiştir. Durdu ve Durmuş Ağa, Abdullah’ı salya sümüklüğünden dolayı azarlarlar. Eğlenceler kaldığı yerden devam eder, ancak Abdullah’ın anası davulcunun karısını jandarmaya şikayet etmeye kararlıdır. Güç de olsa bu kararından vazgeçirtirler. Düğün bir şekilde tamamlanır. Şimdi, kitaba dair ilginç bulduğum kısa bir bölüm var. Bu bölümde yazar tarafından yağmurcular olarak adlandırılan üç kişi, düğünden birkaç gün sonra gelen yağmurlarla birlikte köye geliyor. Çırılçıplak halde yağmurun altında bir yağmur türküsü okuyorlar. Türkü söyleye söyleye ilerliyorlar ve köyün çocukları peşlerine takılıyor. 1960’ın Adana’sında psychedelic deneyimler yaşayan bu kişiler hakkında daha çok bilgi edinmek adına internette derinlemesine araştırma yaptım, fakat herhangi bir sonuç elde edemedim. Anadolu köylerinde böyle insanların varlığı hakkında bir şeyler bulabilir miyim bilmiyorum. Bence kafayı sıyırdığım sıralar kesinlikle yapmak isteyeceğim bir şey olurdu yaptıkları. Yağan yağmurların köyün civarındaki bir çukuru doldurması, çocuklar için en büyük eğlencelerden biridir. Yenice köyündeki çocuklar için zaten çok fazla seçenek yoktur. Dolayısıyla, Remzi de gölün kıyısında eğlenen çocuklardan biridir. Gölden eve geç bir vakitte dönen Remzi babasının evde olmamasından ötürü kaygılanır. Bir süre sonra Kamber de eve gelir, ancak hiç iyi görünmüyordur. Rebiş’in darlamalarından sonra acı haberi ona söyler: Hıdır ölmüştür. Hıdır’ın cansız bedeni başında Durmuş Ağa’nın tutmaları ağlaşmaktadırlar. Ölümünün içerdiği sefalet Halil’i derinden etkilemiştir; Hıdır’ın ayakları kir içindedir. Hıdır’ın ölümü hepsine kendi ölümlerinin de bir gün geleceğini ve bu şekilde olacağını hatırlatır. Hepsi de bir gün, hayattan beklentilerini gerçekleştiremeden bu dünyadan boynu bükük bir şekilde gideceklerdir. Bu duyguya ek olarak yine hepsi, Hıdır’ın sevdiğine kavuşamadan bu dünyadan gitmiş olmasına üzüntü duymaktadır. Yoksul bir cenaze töreninin ardından Abdullah ağlayarak Halil’i bulup düğün günü yaptıkları için özür diler. Cenaze ahali ağır ağır ilerlerken geçenlerde düğünü olan Çakal Omar da Ali Osman’a bir şeyler anlatmak isteğindedir. Ali Osman’a, evlendiklerinden beri her gün eşi Halime’yi dövdüğünü anlatır. Eşi Halime’yi bakire olmadığı için dövdüğünü söyleyen Omar, bundan pişmanlık duyduğunu dile getirir. Eşi Halime, Durdu Ağa’nın küçük oğlu Selim tarafından tecavüze uğramıştır. Ali Osman, Omar’a bu konu hakkında bir akıl veremez; ancak ne Selim’e ne eşine ne de kendisine bir şey yapmaması gerektiği konusunda öğüt verir. Öğle üzeri Hıdır’ın helvasını dağıtmaya çıkan Halil’in yolu Uzun Mahmut’un evinden geçer. Kapıda Emine ve Halil yıllar sonra ilk kez göz göze gelirler. Emine, Halil’i İbrahimoviç’in Ronaldo’yu izlediği gibi izler: https://www.youtube.com/watch?v=gd_eGO5O9kc Halil’in de bu kısa görüşmeden sonra düşmüştür aklına Emine. Halil’in çiftliğe döndüğü o sırada Çakal Omar da eşinden günah çıkarmaktadır. Sarılıp öpüşüp barışırlar. Hıdır ise kısa süre içinde, köylünün hayatında, yalnızca kısa süreli anılara sıkıştırılan bir figüre dönmüştür artık. Durmuş Ağa, Kamber’i gördüğü bir ara “Oğlunu bir güzel döv bir ara da alışsın şimdiden ırgatlığa.” der. Kamber, Durmuş Ağa’nın demotive eden sözlerinden sonra çocuğu Remzi’yi okutmak konusunda daha da istekli bir hal alır. Üçüncü sınıf bitirme sınavları geldiği zaman Kamber oğluyla birlikte okulda yerini alır. Durmuş Ağa, Kamber gelir gelmez sinirli haline bürünür. Remzi başarıyla sınavı geçer; ancak Durmuş Ağa’nın demotivasyon konuşmalarından o da nasibini alır: Sınıfı geçse de ağa kapısında bok taşımak onun kaderidir. Babasının ağa tarafından aşağılanması Remzi’nin gururuna dokunur. Okumak konusunda o andan itibaren Remzi, gerçek bir kararlılığa kavuşur. Ancak olaylar bununla sınırlı kalmaz. Okulda hıncını alamayan Durmuş Ağa, Kamber’i ve Rebiş’i kovar, ancak Kadir Ağa’nın son yargısıyla bundan vazgeçilir. Bu sıralarda Halil, ilk kez birine, Kamber’e, Emine’ye duyduğu ilgisinden bahseder. Köylünün tarlaya çıktıkları bir gün Halil ve Emine ilk kez yan yana gelirler. Halil, Emine’nin yorgun anasının yerine çapalamaya başlar ve Emine ile birlikte aynı zamanda sohbet ederler. Halil sohbetin bir anında o ölümcül soruyu sorar: “Seni bana verirler mi kız?” Artık ikisi de birbirine duyduğu hislerden emindir. 3. Bölüm Köy ahalinin denize gittiği bu bölümde Emine ve Halil birbirlerine iyiden iyiye yakınlaşma fırsatı bulurlar, ancak Halil’in aklında zamanında Omar’ın karısı Halime’ye tecavüz etmiş Selim vardır; çünkü Selim de denize giden güruh arasındadır ve bütün kızları güldüren bir şakamatik olarak yer almaktadır. Bu durum, Halil’i rahatsız etmektedir; çünkü Emine’yi de ondan etkilenmiş birisi gibi görmektedir. Denizdeki ilk günü Selim, gençleri uzun atlama yarışına davet eder. Halil bu çelıncı kabul eder ve kazanır. Bunu biraz da “Ben o Selim itinden daha iyiyim.” diyebilmek için yapar. Denizde kurulan çadırlarda, köyde de olduğu gibi, marabalar ağalara hizmet etmektedir. Halil ve Emine ise ancak herkesin uykuda olduğu gece vakti birbirleriyle konuşabilmektedirler. Halil, Emine’ye karşı çocuksu bir çekingenlik içindedir. Emine’den uzak olduğu zamanlar onu düşünmekle geçirirken, yan yana iken onu hiç sevmiyormuş gibi davranır; ancak Emine’ye sokulmaktan da geri durmaz. Birbirlerini tokatlayıp, sonra da birbirlerine oldukça yakın davrandıkları tuhaf bir BDSM ilişkisine dönüşür ilişkileri. On gün sonra tüm köy ahalisi toplanır ve deniz kenarında yaşadıkları her şey anıldıkça hüzün veren bir hatıraya dönüşür. 4. Bölüm Bu bölümde Remzi, eğitimine kaldığı yerden devam edebilmek için uzaktaki bir köydeki ortaokula yazılmıştır. Ancak ortaokula giden yol Remzi’yi ürpertmektedir. Çünkü bütün bu yolu tek başına gidip gelmesi gerekmektedir. Bir yere kadar oğluna eşlik eden Kamber, artık Remzi’yi kendi başına devam etmesi için cesaretlendirmektedir. “Korkma Remziiim! Hiçbir şeyden korkma babam! Gün gelecek acılarını unutacaksın, çektiklerini unutacaksın babam. Korkma! Yürü Remzim, durma babam, yürü!” s. 231 Remzi köyden kısa süreliğine ayrılanlardan. Fakat temelli ayrılışlar da gerçekleşiyor. Her ayrılıkta geride kalan köylü halkı biraz daha eksiliyor ve köy kasvetli bir hale bürünüyor. Yağmurların tekrardan bastırdığı bir zaman. Halil ve Kamber, dönüş yolunda Remzi’nin yaşayacağı sıkıntılardan ötürü endişeli. Kamber dayanamayıp evden ayrılıyor ve oğlunun geleceği yoldan onu aramaya başlıyor. Remzi’yi şarıl şarıl yağan yağmurun altında bir hendeğe düşmüş buluyor. Oğlunu canla başla düştüğü yerden çıkarıp sırtlanıyor ve eve götürüyor. Tek çocuklarının da aralarından ayrılacağı endişesiyle Kamber ve Rebiş ellerinden ne gelirse yapmaya çalışıyor. 5. Bölüm Bölüm, bekçi Musa’nın oğlu Ali’nin askerden dönmesiyle başlıyor. Köy halkı kısa süreliğine de olsa yine kendini bir mutluluk dalgasının içinde bulmuştur. Ancak bu dalgaya katılamayan birisi vardır. O da Omar’ın (Çakal Omar değil,) Ali ile birlikte askerden dönmemiş olduğunu fark eden Sultan anadır. Ali utana sıkıla gerçeği Sultan ana ile paylaşır: Omar askerde kavga ettiği birini öldürmüş ve 18 ay hapis cezası almıştır. Sultan ana bu haber ile hem Ali’yi suçlar arkadaşına bakmadığı için, hem de kendisi yakınır oğlunun bir süre daha köye gelmeyeceğinden ötürü. Askerden her dönenin belli bir süre gözbebeği ilan edildiği Yenice köyünde, Emine’de teskeresini alan her erkekten etkilenme hastalığı baş gösterir. Bu sefer Ali’ye karşı bir şeyler hissetmeye başlar; Ali de 3 sene önce bıraktığı Emine’nin büyüyüp güzelleşmesinden ötürü ondan etkilenmiştir. Tarlalara dökülme mevsimi tekrar geldiğinde Ali, kazma işleriyle uğraşırken türkülerine acı sos olarak ekler Emine’nin adını. Ancak, ne olursa olsun, Emine’nin gönlü Halil’dedir. Yine tarla işleriyle uğraştıkları bir gün Emine yorgun düşer ve görevini birine devrederek bir ağaç gölgesi altında uyuklamaya çekilir. Selim ise bağın diğer tarafında kendine erik toplamaktadır. Erik toplaya toplaya yürürken bir ağacın altında Emine’yi görür. Birkaç kez Emine’yi dürter uyanması için. Fakat Emine’den ses gelmez. Bunu bir fırsat bilen Selim, orada Emine’ye tecavüz eder. Emine uyandığında kimileri koşuşturuyor, Çakal Omar Selim’i gırtlaklıyor ve Emine’nin anası da çığlıklar atarak Emine’ye küfürler ediyordur. Eşinin intikamı duygusu bütün bedenini saran Çakal Omar, Selim’i orada boğarak öldürür. Emine ise annesinin kazma darbelerinden ötürü ağır yaralıdır. Haberler silsilesi köyde şimşek hızıyla yayılır. Çakal Omar ve Halime kendilerini koşarak evlerine kilitlerler. Olayı öğrenen Durdu Ağa silahını kaptığı gibi Çakal Omar’ın evine doğru gider. Durdu’nun babası Hasan Ağa da kudurmuş şekilde oradadır. Kapıyı açmayan çiftin evini yakma kararı alır iki ağa; köylü ise çaresiz, olanı biteni seyretmektedir. Kadir Ağa olay yerine gelip ikiliyi durdurmaya çalışır ama nafiledir. Saçları tutuşan Halime bir cesaret evden çıkmayı dener ancak büsbütün yanarak hayatını kaybeder. Çakal Omar ise kapıdan çıkacağı sırada Durdu Ağa’nın mermilerinin hedefi olur. Bütün olanlardan habersiz olan Halil, sonradan olayları Süleyman’dan öğrenir. Halil’in dünyası başına yıkılmıştır. Kendini bad trip içerisinde bulur. 6. Bölüm Bir yıl boyunca Emine, annesi tarafından ev hapsinde tutulur. Fakat, Emine’nin kendileriyle birlikte tarlaya gelmemeleri yine en çok kendilerine zararlı gelmektedir; çünkü Uzun Mahmut, Amine (Emine'nin annesi) ve Veli (ailenin en küçüğü) üçlüsü yeteri kadar iş görememektedir. Bundan dolayı bu ev hapsine bir son verirler ve Emine tekrardan tarla işlerine çıkmaya başlar. Halil ise aradan geçen 1 yıl içerisinde daha haşin bir karaktere bürünmüştür. Bir öküz arabacısı olarak arabasını güzelce boyamış, kullandığı atlara süsler takmış ve püsküllü bir kırbaç kullanmaya başlamıştır. Aynı zamanda Halil, diğer arabacıların korktuğu bir isme dönmüştür. Bu noktadan sonra Yılmaz Güney’in oynadığı filmlerde canlandırdığı ana karakter durumundadır adeta. İşte böyle bir ‘alpha chad’ olmuştur. Yeni tarzıyla Halil, Durmuş Ağa’nın da favori marabasıdır. Emine’nin babası Uzun Mahmut, Halil’e baktıkça kendi gençliğini görür; bir zamanlar o da Kadir Ağa’nın gözbebeğidir. Halil’in görev aşkıyla bir tarla bir köy arasında Getir kuryesi gibi gidip geldiği bir sırada, köye davetsiz iki misafir gelmiştir. Köy ahalisinin büyük çoğunluğunun tarlada olduğu bu vakitte köyde gezinen bu ikili, Dükkancı Sabri’ye konuk olurlar. İkilinin tavırları “Buralarda Halil diye bi’ hıyar varmış, biz onu arıyoruz.” şeklindedir. Bozuk Türkçelerinden buralara ait olmadığını hemencecik anlayan Sabri, vaziyetin boka sarabilme ihtimaline karşı tetiğe geçmiştir. Köyde Halil diye biri olduğundan bahseden Sabri, çoktan silahı ile eli arasında meditatif bir bağ kurmaya başlar. İkiliye çay koyduktan bir süre sonra Halil dükkanın civarında belirir. Sabri’nin kaş göz yapmasına bir anlam veremeyen Halil, Sabri’den köylüler için on paket sigara ister. O sırada ikiliden biri Halil’e Zazaca “Sen Halil misin?” diye sorar. Evet cevabını duyan ikili, altıpatlarlarını çıkarıp Halil’e doğrultur. Çıkan arbede sonucu Halil kendini bir kuyuya atar. İmdadına yetişen Sabri’den aldığı tabancayla kuyunun dibinden ikiliye ateş açar. Yaralanan ikili gerisin geri kaçar. Halil bu sırada onları öldürebilecek bir konuma ulaşır; fakat bunu başına daha da bela almamak için gerçekleştirmez. Silah sesleri susar. Halil’in köydeki forsu bir karış daha artar. Tarla günlerinden birinde Halil, acısını kalbine gömdüğü Emine ile tekrar görüşmek ister. Gece vakti buluşan ikili, uzun bir süre hiçbir şey konuşmaz. Emine, Halil’e olan aşkından bir şey kaybetmemiştir; fakat Halil, bütün aşk planları suya düştüğü için Emine’yi suçlamaktadır. Birbirlerine bolca bağırıp çağırıp tokatlaştıktan sonra ikili bir daha görüşmeme kararı alır. Görüşmeme kararlarından uzun bir süre geçmeden Emine’yi ağlamaklı görür Halil. Hüngür hüngür ağlama sebebi, Durdu Ağa’nın Çakal Omar ve eşini yakarak öldürmesinden ötürü çıkarıldığı mahkemeye şahit olarak götürülmemesidir. Köyden bir grup insanı yalancı şahitlik etmeleri için toplayan Hasan Ağa ve Durdu Ağa çoktan bir sonraki günkü mahkeme için yola çıkmıştır. Bunu duyan Halil, Emine’ye “Ben seni götürürüm kız.” der ve birlikte şehrin yolunu tutarlar. Yol boyunca ikili sıklıkla dövüşür; hatta bir an Emine arabadan düşüp yaralanır. Şehirle Yenice köyü arasında bir yer olan Çin-Çin’de, civar yerlerin arabacıları mola tesisinde gibi dinlenmektedirler. İçlerinden Halil’in namını duyan biri merakla onu gözlemektedir. Halil kahvehaneye gelir, kendisine dik dik bakan bu arabacıyı görür ve anında adamın başına sandalye geçirerek baktığına bakacağına pişman eder ve şehre olan yolculuklarına devam ederler. Devamı için tıklayınız. Bu içerik "1364" kez görüntülendi. Tags: #yilmaz, #guney, #boynu, #bukuk, #olduler, #kitap, #ozet, #analiz, #cukur, #cio, #oku Önceki Önceki İçerik: Neden Bazı İnsanların Erkeklerle İlgili Sorunları Var? Sonraki Sonraki İçerik: Yılmaz Güney - Boynu Bükük Öldüler (devam) Yılmaz Güney - Boynu Bükük Öldüler İçerik Yorumları (0) Yorum Yaz Yorum Ekle Bu yazı için henüz yorum yok.